Ülkemizin, Dünya ülkeleri arasında etkili ve
söz sahibi olabilmesi için, öncelikle ekonomik hakimiyetinin olması gerekir. Ekonomik hakimiyeti olmayan ülkelerin siyasi hakimiyeti
de olamaz. Türkiye, başta ekonomi olmak üzere, her alanda bağımlıdır. On yıl
öncesine kadar, Tarım ve Hayvancılık alanlarında kendi kendine yeten yedi
ülkeden birisi olan Türkiye, Tarım ve
Hayvancılıkta da dışa bağımlı hale gelmiştir.
Bugün karşılaştığımız herşeyin tarihte
benzerleri çoğunlukla vardır. Tarihte neler yaşandığı ve nasıl sonuçlandığını
öğrenmek, geleceğe yön vermek için önemlidir. Geleceğimiz için Tarih okumak ve
bilmek gereklidir. Tarihte herşeyin
karşılığını ve kurtuluş yolunu bulmak
mümkündür. O nedenle; Ekonomi alanında, Tarihte yaşananlar ile günümüzde
yaşananları inceleyelim ve çözüm yolunu bulalım.
Yıl,1838; Osmanlının
son dönemleri Yapılan ilk ticaret anlaşması ( Balta Limanı Anlaşması ) ile fabrika
ve İşletmelerimiz yabancıların önce
ortaklığı, daha sonra tamamına sahip olmasıyla birer birer ellerimizden
gitmişti. Yabancılar ideolojik olarak yabancılarla ortaklık kurmuş, Türk
çiftçisinin ürettiği ürünleri almamıştı. Ürettiğini satamayan Çiftçi borçlarını
ödeyememiş ve borçlarına karşılık topraklarını satmaya başlamıştı. Öyle ki;
Kurtuluş savaşına gelindiğinde elimizde bir tek mermi dahi yapacak Fabrikamızın
olmadığı görülmüş, durumun vahameti
anlaşılmıştı. O nedenle Kurtuluş savaşından hemen sonra en az kurtuluş savaşı
kadar çetin geçen mücadelelerle çok
sayıda milli kuruluş kurulmuştur.1929 - 1939 yılları arasındaki on yılda dünya
sanayi üretimi %19 artarken, Türkiye'de Sanayi üretimi artışı %96'yı bulmuştu.
Sovyetler Birliği ve Japonya dışında hiçbir ülkede, bu alanda Türkiye'den daha hızlı
bir büyüme sağlayamamıştı.
Yıl,
1996; Gümrük Birliği Anlaşmasının imzalanmasıyla geçmişte yaşananlar ( Balta
Limanı Anlaşması ile benzer süreç ) tekerrür etmeye başlamıştır. Gelinen noktada, Cumhuriyetin
ilk yıllarında, kurulan Milli kuruluşlarımız birer birer satılmaya başlamış ve halen
satılmaktadır. Tıpkı geçmişte olduğu gibi yine yabancılara satılmaktadır. Tek
fark, günümüzde % 10 gibi düşük hissesi olan Türk Şirketlerinin İsimleri
altında faaliyetlerini sürdürmektedirler. Kurtuluş Savaşı dönemlerinde Askeri
araçların altına takacak lastik bulmakta sıkıntı yaşandığı için, Kurtuluş
savaşından hemen sonra kurulan PETLAS dahil,
500 den fazla kuruluş son on
yılda satılmıştır. Hazıra dağlar dayanmamış, satıştan alınan paralar hızla
tükenmiştir. Elimizde kalan birkaç kamu
kuruluşunun ( Termik Santrallar ve Kömür ocaklarının ) satışı yapıldıktan sonra satılacak kurum da
kalmayacaktır.
Yabancılara toprak ve madenlerin satılması
çalışmaları sürdürülerek son kaleler de yıkılmakta, yabancıların ellerine
geçmektedir. Eskiden Sanayi Üretimine gore hesaplanan ekonomik büyüme,
günümüzde tüketime göre yapılmaktadır. İktisatçılara göre Büyüme; yatırım,üretim
ve istihdamla mümkündür. Günümüzde ise ne kadar çok tüketiyorsak, o kadar
büyüyoruz. Tüketiyoruz ama nasıl? Merak ediyormuyuz ? Beşyüzden fazla kurum ve
kuruluş ile Malta Adası büyüklüğünde ( 388 kilometre kare )
yabancılara toprak ve Zengin maden yatakları satılmış, karşılğında alınan
paralarla yol yapılıyor. Üretim alanlarını satarak yol yapmak yerine, bu
fabrika ve işletmelerin ürettiklerini satarak yol yapılamazmıydı?
Geçmişte de ekonomiyle
savaşta başarılar kazanılmıştı. Ama nasıl? Tarihe bakıldığında bu sorunun
cevabı da görülecektir. Ekonomi ile mücadelede
de kaynak ve referans, tarih olmalıdır. Tarihimizi bilen yabancı
ekonomistlerin de tavsiyeleri bizi bir kez daha tarihe yolculuğa yönelmektedir.
Yıl 2005, Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr. Johns`un
önerisi; "Türkiye ekonomiyle savaşta bir tek Atatürk' ü örnek alsın
yeter" demiş. Atatürük’ün kurduğu milli kuruluşları artıramadık,
yenilerini ekleyemedik. Var olanları satıp yedik. “Hazıra Dağlar Dayanmaz”
Dayanmadı… Dağ da bitti, havuzlar, göller hatta denizlerde dayanmadı.
Atatürk, Türkiye
Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra - resmi ya da özel - hiçbir dış geziye
çıkmadığı halde, dünyanın birçok önde gelen devlet adamının, yoksul ve geri
kalmış bir ülkenin devlet başkanını ziyaret etmek için adeta sıraya girmişlerdi.
Dünyada gezilmeyen ve görülmeyen ülke neredeyse kalmadı. Sonuç bir satıyorsak
iki alıyoruz İthalatımız ihracatımızın
iki katı düzeyine yaklaşmıştır. Cari açık ve dış ticaret açığı ile boğuşuyoruz.
Merkez bankasındaki
para ile övünüyoruz. Merkez Bankasında varlığı ile övündüğümüz para,
Türkiye’nin iç ve dış borcunun ancak onda biridir. Var olan para 80 milyar
dolar. Var olan borç ( Türkiyenin iç ve dış borcu toplamı ) ise 800 milyar
dolar. 800- 80 = 720 milyar dolara
ihtiyacımız var. 80 milyar dolarımız var diye övünmek yerine 720 milyar dolar
borcumuz var diye dövünmek, çözüm
üretmek lazımdır.
Borcu borç alarak kapatma anlayışı
çöktüğüne gore, üreterek kazanmak yani Atatürk’ü örnek alarak, ekonomi
mücadelesi sürdürülmelidir.